Korumada Bir Uzlaşı Alanı: Cunda Despot Evi
2020 Ulusal Mimarlık Ödülleri’nde “Yapı – Koruma Dalı Ödül Adayı”, Balıkesir Ayvalık’taki Cunda Despot Evi, tarihsel bağlam kadar mekânsal gerekleri de gözetmesiyle dikkat çekiyor. Yapının koruma hassasiyetleri ile yenileme müdahalelerini dengeli bulan yazar, ilkesel çıkarımlarda bulunuyor.
İŞLEV BİR DENGE UNSURU OLURSA
“Kültürel, sanatsal, teknik ve ustalık gerektiren bir eylem olan mimari koruma, koruma etiğine uygun olarak bilimsel ve sistematik araştırma ve değerlendirmelere dayanan, insanoğlunun kültürel üretimine saygılı bir uygulamadır. Bu nedenle mimari koruma, mimari mirasın bütünlüğünü, parçası olduğu sosyal ve kültürel bağlam ile birlikte dikkate almalıdır. Dolayısıyla mimari mirasın korunması, kültürel ve çevresel gelişmenin bir parçasıdır.”
Koruma; kültürel ve toplumsal kimliğimizin sürekliliğini sağlayan, belleğimizi oluşturan, gelişme ve kalkınmaya içerik ve ivme kazandıran, eski ile yeninin birbirine karşıt olmadığı, bütünleyici bir eylemdir. Koruma eyleminin toplumsal bir sorumluluk olarak, fiziki mevcut durumun ihya edilmesinin yanında / ötesinde, “yerin ruhu”nun hissedilmesini sağlayan ve yapının sahip olduğu “kültürel habitatı” muhafaza etmeyi önceleyen bir kapsam içermesi esastır. Bu noktada “korunan”ın sunumu ve “kültür varlığı”nın temsiliyeti oldukça önem kazanmaktadır.
Tam bu tartışmaların ekseninde, 2020 Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri programının Yapı / Koruma Dalı ödül adaylarından, Ayvalık / Cunda adasında anıtsal özelliğe sahip bir kültür varlığı yer alıyor: Cunda Despot Evi, koruma-kullanma dengesi bakımından dikkat çekici bir “yeniden kullanım” uygulaması olarak tanımlanabilir. KHG Mimarlık liderliğinde geniş bir uzman ekip tarafından koruma projeleri hazırlanan ve uygulaması üstlenilen bu kültür mirasının “saygılı bir biçimde kullanımı; anlamının, değerlerinin, yerel topluma ve gelecek kuşaklara ilham veren özelliklerinin korunması yönündeki çabaları başarılı bulunmuştur.
Cunda Despot Evi salt mimari nitelikleriyle değil, tarihî ve sosyo-kültürel bağlamdaki yaşanmışlıklarıyla özgünlük değerine, bir döneme tanıklık etmiş olmasından dolayı da belge ve anı değerlerine sahiptir. “1862 yılında Cunda Adası’nda, Yunanistan’ın egemen olduğu dönemlerde soylular sınıfından sayılan bir Despot (Rum Ortodoks din adamı Agatonkiyans Gorikoryos) Yunanistan’ın devlet olduğu gün Rum halkının sevinçten verdiği bağışlardan kazandığı paralarla doğum yeri olan Cunda’ya (Yunda veya Alibey Adası) gelerek sahilde bu özel yapıyı inşa ettirmiştir. 1877’de Despot’un ölümünden sonra Osmanlı Devleti, Despot Evi’ni Sine Kilisesi’nden satın alarak Hükümet Binası olarak kullanmaya başlamıştır. 1921 yılında ‘Öksüzler Yurdu’ olarak kullanılmaya başlanan yapı, Kurtuluş savaşının kazanılmasıyla mübadele ile gelen Türkler tarafından, 1980 yılına kadar hem ilkokul hem de öksüzler yurdu olarak hizmet vermeye devam etmiştir.”* Oldukça çarpıcı bir geçmişi olan yapının anıları arasında çok ilginç bir durum daha mimari ekibin araştırmalarında göze çarpmaktadır: Hayat Bayram Olsa (1973), Kambur (1973), Ah Dede Vah Dede (1976), Av Zamanı (1988) gibi Türk filmlerinde buradan çekilmiş karelere rastlanmakta, bu filmlerdeki detaylar yapının değişmişliği / korunmuşluğu hakkında fikir vermektedir.
“Cunda Adası Kuzey Ege’de yer alan, antik dönemden bugüne değin varlığını sürdüren Moshinos, Yunda, Alibey isimleri ile anılan, Ege’deki kültürel geçişleri anlatan çok özel bir coğrafyadır.”* Bu özel coğrafyanın iyi korunmuş tarihsel dokusu içindeki konumu ve siluetine etkisiyle nirengi noktası olan Despot Evi’nin bir simge yapı olduğu söylenebilir. Diğer taraftan, neoklasik etkileriyle yapı 19. yüzyıl Ayvalık / Cunda bölgesinin mimari özelliklerini yansıtan ve döneminin geleneksel yapım teknikleriyle 1862 yılında inşa edilmiş, mimari ve teknik değerlere de sahip bir kültür varlığıdır.
Zaman içinde, özellikle yurt ve okul olarak kullanıldığı dönemde özgün yapıya yük getiren uyumsuz müdahaleler yapılmış olduğu, mimari belgeleme çalışmaları sırasında saptanmıştır. Ne yazık ki böylesi önemli ve görkemli bir kültür varlığı, çok sık rastlandığı üzere, 1980-2015 yılları arasında işlevsiz ve boş kalmıştır. İkinci katının kuzey kısmı çatıyla birlikte yıkılmış ve yağmalanmış olan yapı, deprem ve yangın da geçirmiş olduğundan, hem sosyal hem de fiziki çevre için güvenlik tehdidi oluşturur duruma gelmiştir. 2015 yılında böylesine metruk ve sahipsiz bir haldeyken Kültür Bakanlığı’ndan kiralanmasıyla başlayan proje ve uygulama süreci 2019 yılında tamamlanmış, yapı otele dönüştürülmüştür. Otel olarak “yeniden işlevlendirilen” ve korunması gerekli tescilli anıtsal kültür varlığı niteliği taşıyan ana yapı; ana yapının kuzeydoğusunda yer alan, içinde bir sarnıcı bulunan müştemilat yapısı; bunlarla birlikte restoran, spa / hamam ve ufuk havuzu gibi ilave kullanımlar, proje kapsamında yapıdan biraz koparılarak bahçenin diğer ucuna konumlandırılan tek katlı yeni yapılarda çözülmüştür.
Yapılı çevrenin ve kıyı çizgisinin değişimi, deniz kenarında bulunan despot evini bir miktar geri çekmiş; yapı bir set ile taşıt yolu ve yaya rıhtımından ayrışmıştır. Batı tarafındaki basamaklı sokakta bulunan ana giriş korunmuştur. Eski fotoğraflarda görünen denize doğru eğimli topoğrafyanın bahçede oluşturduğu teraslar peyzaj düzenlemesinde iyileştirilerek kullanılmış ve dış mekânda farklı kullanım alanları yaratılmıştır.
Proje alanının odak noktasını oluşturan ana yapının denize bakan ön (güneybatı) cephesi ile arka (kuzeydoğu) cephesi, neoklasik özellikleri yönünden benzer karakterdedir. Denize doğru eğimli topoğrafyanın olanak tanıdığı bodrum kat ve zemin kat, yerel sarımsak taşından örülmüş duvar dokusunun vurgusunu arttıracak biçimde sıvasız bırakılmıştır. Kuzey-güney doğrultusunda simetrik olan yapının orta aksında yerleştirilmiş olan sütunlar, zemin katta her iki cephede de yarı açık teras mekânlarını tanımlamaktadır. Bu sütunlar, deniz cephesinde birinci kattaki çıkmayı taşırken arka cephede anıtsal ana girişi vurgulamaktadır.
Ana yapı, bodrum (bahçe katı), zemin ve 1. katlarında tekrar eden (bir dönem sınıf ya da yatakhane olarak kullanılmış) yaşam alanlarının açıldığı, orta sofalı bir plan şemasına sahiptir. “Bodrum katta 6 oda, zemin katta 7 oda, sofa ve 2 teras, 1. katta ise 7 oda ve teras bulunmaktadır. Bodrum kattaki oda tasarımlarında mevcut olan ve kullanılabilir durumdaki yapı elemanları temizlenerek ortaya çıkarılmıştır. Çağdaş malzemelerle bütüncül bir tasarım oluşturulmuştur. Deniz cephesine bakan, önceden su deposu olarak kullanılan alan yeniden düzenlenerek spa odasına dönüştürülmüştür.”
UYGULAMAYA İLİŞKİN DEĞERLENDİRMELER
İlk yapıldığı günden bu yana taşıdığı kültürel önemini ve anıtsal bir simge olma kimliğini sürdüren Despot Evi’nin özgünlük, mimari, teknik, estetik, tarihsel, geleneksellik, anı ve belge değerleri öne çıkmaktadır. Yapının söz konusu değerleri bağlamında, uygulama sonucunda ana yapıda dikkat çeken mekânlar, mimari ve yapısal elemanlar ile malzeme kullanımları, yeniden kullanım kararları çerçevesinde tartışılmıştır. Kültür varlığına yönelik uygulamaların başarısı, yapıyla bütünleşen bir kullanım senaryosu ve doğru müdahaleleri içeren onarım kararlarıyla mümkündür. Bu bakış açısıyla Despot Evi’nde de işlev-mekân ilişkisi, koruma-kullanma dengeleri gözetilerek yorumlanmıştır.
Yapının plan kurgusundaki mekân kurucu özelliğiyle orta sofa, uygulama sonrasında bu önemli özelliğini muhafaza etmiş ve yeni kullanım senaryosuyla bütünleştirilmiştir. Sofada yer alan ve zemin kat ile üst katı birbirine bağlayan ahşap omurgalı çift kollu gösterişli merdiven, mimari ve estetik değerleri gözetilerek, özgün detaylarına sadık kalınarak yenilenmiştir. Giriş katındaki sofaya, önceki dönemlerde bağımsız çalışan bodrum katını ana yapıya bağlayan bir merdiven eklenmiştir. Yeni kullanım için gerekli olan bu ek, ana merdiven hizasında çözüldüğü için, orta sofayı zedelememiştir.
Kat yüksekliğinin alçak olmasından dolayı öncesinde bir müştemilat katı gibi çalıştığı düşünülen bodrum katının en sürprizli kısmının ise rölöve çalışmaları sırasında girilemediği için belgelenemeyen, ancak uygulama sırasında mekânlar açıldığında keşfedilen tonozlu su depolama mekânı olduğu söylenebilir. Bodrum katın duvar sağlamlaştırmaları yapıldıktan sonra taş ve tuğla duvar dokusunun izlenmesi için sıvasız bırakılan bu mekân, yeni kullanım senaryosunda, su toplanma bölümüne bir jakuzinin yerleştirildiği “spa alanı” olarak dönüşmüştür. Başarılı bir aydınlatmayla etkileyici bir iç mekân algısı yaratılmış olmakla birlikte, daha yalın bir havuz çözümünün tarihsel vurguyu arttıracağı söylenebilir.
Orta sofa dışındaki mekânların neredeyse tamamı farklı karakterlerde konaklama birimlerine dönüştürülmüştür. Çoğunlukla başarılı iç mekân çözümleriyle odalara “tavanlarda bulunan detay ve işlemelerin sürekliliğini bozmamak adına, çelik ve ahşap strüktürden oluşan bir sistem”* ile ıslak hacimler yerleştirilmiştir. Özellikle üst katın güneybatı cephesindeki deniz manzaralı süitlerden birinin ıslak hacim çözümü, mekânla bütünleşen ve mekânın bütüncül olarak algılanmasına olanak veren bir tasarım yaklaşımıyla ele alınmış olduğundan başarılı bir örnek olarak gösterilebilir. Ancak görece daha küçük olan bazı odalardaki çözümler, mekânı ve bazı mimari elemanları gölgelemiş durumdadır. Bütüne bakıldığında, gerçekleştirilen oda çözümlerinde, gerek ana yapı gerekse sarnıç ekinde, özgün plan şeması bozulmadan gerekli konfor koşulları sağlanabilmiştir.
Kullanım kararlarının yanında yapısal onarım kararlarına bakıldığında, proje raporlarına göre genel bir ilke olarak, tespit edilen muhdes ekler kaldırılmış; sıva raspası ve (bitki vb) temizlik yapılmıştır. İkinci onarım ilkesi olarak ileri derecede bozulma tespit edilen tüm malzemeler geleneksel yapım tekniklerine sadık kalınarak, aynı malzeme ve boyutta yenilenmiştir. Bir diğer onarım ilkesi olarak sıva raspası iyi durumdaki özgün dış cephe, bodrum ve zemin katlarda sıvasız bırakılarak yerel sarımsak taşından oluşan taş duvar dokusunun sergilenmesi tercih edilmiştir. Yapının anıtsallığını gösteren orta akstaki sütunlu teraslar ve çıkma ise özellikle sıvanarak bu vurgu arttırılmıştır. Sütunların betonarme olarak dönüştürülmüş olan altı tanesi harman tuğlasıyla yeniden yapılmış ve sıvasız bırakılmıştır. Ancak en önemli özgün mimari eleman olarak tanımlanabilecek olan ana beden duvarlarında saptanan yapısal ayrılmalar, duvarlar şakülüne getirilerek ve mesnetlenerek, statik güçlendirmeyle giderilmiştir. Duvarlardaki yapısal çatlaklar, dikişleme ve doldurma yöntemleriyle iyileştirilmiş; yapının temelinde de güçlendirme ve mantolama yapılmıştır. Böylece yapının taşıyıcı sistem güçlendirmelerinin, yapım sisteminin “özgünlüğüne ve fiziksel bütünlüğüne zarar vermeyen” çözümlerle yapıldığı anlaşılmaktadır.
Yapıdaki taş malzeme kullanımının yanı sıra özellikle iç mekânlarda ahşap kullanımı dikkat çekmektedir. Geleneksel yığma yapım tekniğiyle inşa edilmiş olan yapıda ahşap döşemeler ve taşıyıcı elemanlar, ileri derecede bozulma tespit edildiğinden, yapım tekniğine sadık kalınarak, aynı boyut ve detaylarda emprenye edilmiş ahşaplarla yenilenmiştir. “Yeni işlevin gerektirdiği ihtiyaçlar doğrultusunda, mekanik, elektrik, havalandırma, yangın ve sıhhi tesisata ait şaftlar, döşemeler arasında oluşturulan tesisat galerilerinde”* başarıyla çözümlenmiştir. Diğer taraftan, yıkılmış durumda olan çatı ise ahşap asma çatı olarak tamamlanmıştır.
Cephe karakterini tamamlayan söveler, köşe taşları, kat silmeleri, sütun başları ve kaideleri; raspa yöntemi ve kumlama tekniği ile temizlenerek korunmuş, bunların eksik kısımları tamamlanmıştır. Doğramalar ile panjurları masif ahşaptan, mevcut detayı korunarak yenilenmiştir. Teraslar ve pencerelerdeki ferforje korkulukların sağlam olanlarını korunmuş, eksik ve hasarlı olanlar ise mevcut detayı korunarak yenilenmiştir. Teras döşemelerindeki karosiman eksikleri, desenlerine sadık kalarak yeniden üretilmiştir.
ÇIKARIMLAR
Özgünlüğü ve kimliği oluşturan nitelikleri bozmadan çağdaş yaşamla bütünleştirme çabası değerlendirildiğinde, Despot Evi’nde ‘korunan’ ile ‘yeni’ olanın bir aradalığının yarattığı bir “atmosfer” belirmektedir. Yapıdaki tüm detaylar ve bezemeler, yapısal sistem, malzeme çeşitliliğinin yanı sıra mekân kurgusu, yapıdaki yaşanmışlık ve eskimişlik değerleri ile anı ve belge değerleri, “korunanlar” olarak tanımlanabilir. Tamamlanan / bütünlenen, kullanılamaz durumda olanın yerine konan ve yeni işlevi desteklemek üzere eklenen mimari eleman ve mekânlar ise “yeniler”dir. Kültür varlığının taşıdığı değerlerin vurgulanması, fiziksel ve sosyal çevreyle ilişkisinin güçlenmesi, popülerlik / bilinirlik / ulaşılabilirliğinin sürmesi, yerele saygı, kültür turizmi, bütünleyici yeni malzeme kullanımı, yapının patinası ile uyumlu iç mekân tasarımı ve eskimişlik değerinin sunumu, bu birlikteliğin öne çıkardığı unsurlardır.
Koruma proje ve uygulamalarını, onarım ve kullanım kararlarının doğru ve dengeli bir biçimde bir araya getirilmesi olarak tanımlarsak; Despot Evi özelinde fiziksel ve kültürel değerlerin korunmasına yönelik oluşturulan proje ilkelerinin, büyük oranda ve tutarlı bir biçimde başarıyla uygulandığını belirtmek gerekir. Bu bağlamda, geleneksel yapım sisteminin statik önlemler alınarak korunduğu, malzeme kullanımına ve çeşitliliğine sadık kalındığı, cephede yerel sarımsak taşının devamlılığına özen gösterildiği, yapıdaki tüm detayların sürekliliğinin sağlandığı, kültür varlığının fiziksel algısının bütünselliğinin korunduğu, yapının kullanılabilir durumdaki mevcut malzemelerinin yanında bu malzeme ile uyumlu yeni malzeme kullanımının bulunduğu söylenebilir. Bu noktada yapılacak bir eleştiri, yeni yapılan müdahalelerin yer yer okunamaması yönünde olabilir. Uzun süre metruk bir halde bulunan yapıda rekonstrüksiyon uygulamasının, restorasyon müdahalelerinden daha fazla olduğu görülmüştür. Bu anıtsal simge yapının kentsel bellekten silinmemesi adına tekrar geri kazanılmasına yönelik yürütülen kapsamlı bir proje süreci sonrasında, yıkılmış olan kısımların ve kullanılamayacak biçimde yıpranmış olan malzemenin yenilenmesi gerekmiştir. Bunun yanı sıra tüm özgün elemanlar ile yapıdan gelen izlerin büyük bir titizlikle korunduğunun da altını çizmek gerekir. Proje açıklamasında belirtildiği üzere Despot Evi’nin, metruk ve harap halinden çıkartılarak yeni organizasyon şemasıyla, tarihî yapının özgün dokusuna zarar vermeyen bir tasarım ve uygulamayla “korumanın ve tarihsel sürekliliğin” bir parçası olarak dünyadaki yerini alması hedeflenmiştir.
Günün sonunda, Cunda Despot Evi’nde zaman geçirip oradan ayrıldığınızda aklınızda kalan, tarihin farklı dönemlerine tanıklık etmiş nefis bir anıtsal yapının, inanılmaz bir konumun ve manzaranın, titiz bir tasarım yaklaşımıyla ele alınmış yeni bir iç mekân düzenlemesinin lezzeti oluyor. “Koruma”, bağlamı iyi anlayan, değer ölçütlerini ortaya koyabilen ve doğru tasarım yaklaşımlarını üretebilen dinamik bir süreçtir. Bunu yansıtabildiği için Cunda Despot Evi uygulaması değerlidir ve UMSÖP Yapı / Koruma Dalı ödülüne, haklı olarak, aday olmuştur.